İNSAN HAKKI PERSPEKTİFİNDE SU HAKKI VE SU POLİTİKALARI
Su bilindiği üzere tüm canlıların yaşamının devamı için en önemli ve vazgeçilmez kaynaktır. Bununla birlikte su yalnızca biyolojik bir ihtiyaç değil insanlar için ekonomik, toplumsal ve kültürel yaşamın da kendisidir. Ancak su yeryüzünde sınırlı olarak bulunduğu gibi bu kaynağın Dünya’daki dağılımı da oldukça dengesizdir. Dünya nüfusunun hızla artması, sanayideki gelişmeler ile suyun sanayide daha çok kullanmaya başlanılması, yaşanan ekonomik gelişmeler suya olan talebi arttırmaktadır. Bugün mevcut su kaynakları, artan nüfus, küresel ısınma, tarım, sanayileşme ve kentleşme gibi unsurların tehdidi altındadır. Bu sebeple su yönetimine ilişkin olarak farklı yaklaşımlar ortaya atılmış ancak günümüz küreselleşen ekonomik dünyası ve tüm dünyada kabul gören neoliberal politakalar neticesinde su, ticari bir meta olarak görülmektedir. Bunun sonucu olarak da su yönetiminin piyasa koşullarında ele alınması söz konusu olmaktadır. Bu çalışmada öncelikle suya ilişkin istatistikler verilerek Dünya ve Türkiye’deki su politikaları ile bu politikaları etkileyen aktörlerden bahsedilecek, akabinde ise bu politikaların neden olduğu önemli bazı insan hakları boyutundaki su problemlerine değinilecektir.
I. SU İSTATİSTİKLERİ:
a. DÜNYA’NIN SU MİKTARI
Dünyada her yıl 577.000 km³ su, su döngüsüne katılır. Bu suyun 502.800 km³’ü okyanus yüzeyinden ve 74.200 km³’ü karalardan buharlaşarak döngüye katılır. Benzer şekilde atmosferik yağışın 458,000 km³’ü okyanuslara 119,000 km³’ü karalara yağar. Her yıl karalardan 119.000 km3 su, su döngüsüne katılır. Bu suyun 64.200 km3’ü bitkilerden terleme yolu ile, 9000 km3’ü göllerden buharlaşma yolu ile, 42.600 km3’ü akarsu ve nehirlerden, 2200 km3’ü yer altı sularından akış ile sağlanır.
Yeryüzündeki suyun büyük bölümü %97.5’i tuzlu sudan oluşur. Geri kalan %2.5 ise tatlı su miktarıdır. Tüm canlılar için erişilebilir su olarak tanımlanan miktar toplam tatlı suyun sadece %0.01’dir. Dünyanın su varlığı yaklaşık 1.4 milyar km3’dür. Tüm bu suyun ise sadece 35 milyon km³’ü yani %2.5’i tatlı suyu oluşturur.
Resim 1: Dünya Su Dağılımı Kaynak: www.sutema.org
Diğer taraftan tatlı suyun tamamı canlılar için erişilebilir değildir. Tatlı suyun %68.9’u (24 milyon km³) kutup bölgelerinde buz, dağlık bölgelerde buzul ve kalıcı kar olarak donmuş halde, %30.8’i (8 km³) yer altında (toprak nemi, bataklık suyu, akiferler) yer altı suyu olarak yer altında, %0.3 (105.000 km³) tatlı su gölleri ve nehirlerde bulunur.
Tatlı su varlıklarının konuma ve zamana göre önemli değişimler gösterir. Hızlı nüfus artışı ve suyun sürdürülebilir olmayan kullanımı her geçen yıl kişi başına düşen tatlı su miktarını önemli oranlarda azaltmaktadır. 1970’li yıllarda kişi başına 12,900 m3 su düşerken bu miktar 1990’lı yıllarda 9,000 m3, 2000’li yılların başında 7,000 m3 kadar gerilemiştir. 2025 yılında kişi başına düşen su miktarının 1700 m³’e düşmesi öngörülmektedir. Öte yandan ortalama değerlere bakıldığında suyun Afrika, Orta Doğu, Batı Asya ve Bazı Doğu Avrupa ülkelerinde kişi başına düşen miktarı 1,200 m3’e kadar gerilemektedir. Dünyada su kıtlığı sınırını tanımlamak için “Falkenmark su stres indisi” kullanılmaktadır. Buna göre yılda kişi başı 1,700 m³ su düşen ülkeler; yeterli suya sahip, kişi başı 1,000-1,700 m3 suya sahip olan ülkeler; su stresi yaşayan, 500-1,000 m3 suya sahip olan ülkeler; su kıtlığı çeken, 500 m³ altında suya sahip olan ülkeler ise mutlak su kıtlığı içinde ülkeler olarak tanımlanır. Günümüzde 43 ülkede yaklaşık 700 milyon insan su kıtlığı çekmektedir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Gıda Örgütüne (FAO) göre 2025 yılına gelindiğinde 1,8 milyar insanın mutlak su kıtlığı çeken ülke ve bölgelerde yaşıyor olacak.
Grafik:1
b. TÜRKİYE’NİN SU MİKTARI
Türkiye’nin kullanılabilir su miktarı yıllık 112 milyar m3’tür. Bu suyun 95 milyar m3’ü nehirlerden ve göllerden, 14 milyar m3’ü yeraltı sularından ve 3 milyar m3’ü uluslararası nehirlerden gelir. Buna göre Türkiye’de kişi başına 1,514 m³ su düşer. Su Stres İndisi’ne göre Türkiye “Su Stresi” altında ülkelerden olup; 2050 yılında 100 milyona yükselmesi tahmin edilen nüfusu ile bu yıllarda Türkiye’nin “su kıtlığı” yaşayan ülke kategorisine gerilemesi öngörülmektedir.
Resim 2: Türkiyenin Su Dağılımı Kaynak: www.sutema.org
Türkiye’nin yıllık su akış miktarının yaklaşık yarısı 26 su havzasından yalnızca 5’inde bulunmaktadır. (Fırat, Dicle, Doğa Karadeniz, Doğa Akdeniz ve Antalya) Bu beş havzanın dışındaki 21 havza toplam su akışının geri kalan yarısını paylaşır. Suyun dağılımındaki bu dengesizlik, havzaların hizmet ettiği nüfus miktarlarının değişkenliği ile daha da derinleşir. Örneğin Türkiye nüfusunun %28’inin yaşadığı Marmara Havzası, toplanan akışın sadece %4’üne sahiptir. Benzer şekilde Sakarya, Büyük Menderes, Ergene gibi havzalarda akış miktarı ve hizmet edilen nüfus arasında belirgin farklılıklar görülür.
Resim 3: Türkiyenin Su Havzaları
c. SUYUN SEKTÖRLERE GÖRE KULLANIM ORANLARI
Dünyada tatlı suyun %71’i tarım, %18’i sanayi ve %11’i evsel kullanımda kullanılır. Türkiye’de ise tatlı suyun %73’i tarım, %11’i sanayide, %16’sı ise evsel kullanımda kullanılır.
Resim 4: Suyun Sektörlere Göre Dağılımı Kaynak: www.sutema.org
Tarım
Küresel su tüketiminin en yoğun olduğu sektör tarım sektörüdür. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde toplam tatlı suyun %85-90’ı tarımsal üretimde kullanılırken, gelişmiş olan ülkelerde bu oran %16’lara kadar düşer. Dünya topraklarının %11’inde tarımsal üretim yapılır. 1995 yılında dünyada 253 milyon hektar alanda, 2010 yılında ise 290 milyon hektar alanda sulamalı tarım yapılmıştır. 2025 yılında sulamalı tarım yapılan alanının 30 milyon hektara ulaşması beklenmektedir. Artan sulamalı tarım 2050 yılına kadar tarımın ihtiyacı olan su miktarının % 19 oranında artacağını göstermektedir.
Sanayi
Gelir düzeyi yüksek ülkelerde tarımsal su kullanımının yerini sanayi sektörü alır. Dünya nüfusunun önemli bir kısmı için büyüyen ekonomi ve yükselen yaşam kalitesi endüstriyel ürünlere daha kolay ulaşım ile yakından ilgilidir. Bu anlamda modern toplumun dayanağı haline gelen endüstriyel üretim süreçleri içinde su en önemli girdi konumundadır. Dünya ülkelerinde ortalama %18 düzeyinde olan endüstriyel su ihtiyacı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde %10 seviyesindedir. Gelişmiş ülkelerde ise ortalama endüstriyel su ihtiyacı %60’lara ulaşır. Almanya ve Finlandiya gibi ülkelerde sanayinin su kullanımı %80’lerin üzerindedir. Sanayide kullanılan tatlı su, en yoğun elektrik enerjisi üretiminde kullanılır. Sanayi’nin %20’lik su kullanımının %57-69’u hidroelektrik santralleri ve nükleer enerji santrallerindeki enerji üretimi için, %30-40’ı üretim sürecinde, %0.5-3’ü termal enerji üretiminde kullanılır.
Evsel Kullanım
Dünya nüfusunun %54’ü kentlerde yaşamaktadır. 2050 yılında kentli nüfusun %66’ya yükselmesi beklenmektedir. Artan nüfusları ile birlikte büyüyen kentler yakın çevresindeki su varlıklarının ve suyu geliştiren (ormanlık alanlar, meralar vb.) ekosistemlerin üzerinde önemli bir baskı unsurudur. Evsel su kullanımı kişi başına günlük su tüketimi üzerinden değerlendirilir. Gelişmiş ülkelerde ortalama kişi başı günlük su tüketimi gelişmekte olan ülkelerdeki su tüketiminin yaklaşık on katıdır. Su kıtlığı çekilen bölgelerde bu oran kişi başı günlük 20-60 m3’e kadar geriler.
II. SU YÖNETİMİNE İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR
a. Piyasacı Yaklaşım:
Piyasacı yaklaşım suyun yönetiminin serbest piyasa koşullarına göre belirlendiği ve su kullanıcısının tüketici olarak görüldüğü bir yaklaşımdır. Suyun 1980’li yıllardan itibaren ekonomik bir mal-meta olarak algılandığı literatürde belirtilmesine rağmen aslında bu yıllardan çok daha öncesinde de zenginlerin yaşadıkları yerlere parası karşılığı su borularının döşendiği görülmektedir. 1980’li yıllardan itibaren ise suyun yönetiminin piyasa koşullarına göre olması temel anlayış olmuştur. Piyasacı yaklaşımın 3 temel savı bulunmaktadır. Bunlar;
- Suyun fiyatlandırılması,
- Su hizmetlerinin özel sektöre devredilmesi,
- Su kaynaklarının özel sektöre açılmasıdır.
b. Kamu Yönetimi Yaklaşımı:
Kamu yönetimi yaklaşımına göre, kamu yönetimi suyun fiyatlanmasında tekel konumunu korumalı, su kaynaklarının mülkiyeti kamu yönetiminde bulunmalıdır. Bu anlayışa göre piyasacı ve ticari yaklaşımlar kesinlikle reddedilmelidir.
c. Yerelci Yaklaşım:
Yerelci yaklaşımda da su hizmetlerinin ticaret konusu haline gelmesine karşı bir duruş vardır. Ancak bu yaklaşımda kamu yönetimi yaklaşımının aksine su yönetiminde merkezilik yerine yerel ihtiyaçları ve kaynakları dikkate alır ve su yönetiminin yerel yönetimlere bırakılması gerektiği savunur. Ayrıca yerel yönetimlerle birlikte sivil toplum kuruluşları ve yerel toplulukların da su yönetimi süreci içerisinde bulunması gerektiği belirtilir.
d. Su Hakkı Yaklaşımı:
Su hakkı yaklaşımında su; insan hakları ve sosyal haklar çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu yaklaşıma göre temiz yeterli ve ucuz suya ulaşabilmek temel bir insan hakkıdır. Devletler ve diğer aktörler de bu hakkın yerine getirilmesini sağlamakla yükümlüdürler.
Tanınan hakkın konusunu oluşturan suyun miktarı Dünya Sağlık Örgütüne atıfla en az yirmi litre olarak verilmektedir. Su hakkı tanımı kişisel ve evsel kullanımın ikisini birden kapsamaktadır. İçme suyu, gıda hazırlanması, kişisel ve evsel hijyen ile kıyafetlerin temizlenmesi için gerekli olan su, su hakkı tanımının içinde yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesi su hakkını tanımlarken genel olarak dört temel unsur belirlemiştir. Bunlar;
- Suyun miktar olarak yeterli olması (Availability),
- Suyun uygun kalitede olması (Quality),
- Suyun ulaşılabilir olması (Accessibility),
- Sosyo-ekonomik açıdan alt seviyede bulunan insanları gözeten esit erisim ilkesidir (Equal Access).
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi kişisel haklar ve özgürlükler ile ekonomik, toplumsal ve kültürel haklar olmak üzere iki tip insan hakkını kapsamaktadır. Bu beyannamenin uluslararası hukuk açısından bağlayıcılığı oldukça sınırlıdır. Türkiye dahil pek çok ülke tarafından bir antlaşma gibi onaylanmamış sadece yayımlanılmıştır. Bu eksikliğin giderilmesi için antlaşma yoluyla bu hakların güvence altına alınması gündeme gelmiş ve BM Genel Kurulu 2 adet sözleşme kabul etmiştir. Bunlar Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşmedir. Bu iki sözleşme ile taraf defterlerin uluslararası hukuk yönünden sorumluluğu bulunmaktadır ve literatürdeki bazı çalışmalara göre su hakkı; Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Sözleşme’de yer alan yaşama hakkı ya da Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Sözleşme’de yer alan gelişme ve yaşam standardı hakkı gibi haklar içinde zımni olarak yer almaktadır. Ancak bir hakkın uluslararası hukuk tarafından kabul edilebilmesi ve bağlayıcının olması için uluslararası bir antlaşmada açıkça ifade edilmesi gerektiği ortadadır. Oysaki gelinen aşamada uluslararası metinlerde doğrudan “su hakkından” bahsedilmemektedir.
III. KÜRESEL SU POLİTİKALARI VE AKTÖRLER
Gerek Dünyada gerekse Türkiye’de özellikle son 20 yılda su yönetiminde özel sektörün katılımı ve suyun ticarileşmesi süreci gündeme gelmiştir. Bu süreç su kıtlığı ve susuzluk tehdidiyle neoliberal ideolojiye dayalı olarak ilerlemeye devam etmektedir. Su krizinin ancak suyun piyasa kuralları çerçevesinde yönetilmesi halinde halledileceği öne sürülerek su yönetiminin işleyişine özel sektörü ortak yapmak amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda son yıllarda suyun metalaştırılması ve piyasalaştırılması yaşanmış ve küresel düzeyde çok uluslu şirketlerin desteğiyle küresel aktörler, girişimler ve platformlar su yönetiminde piyasacı yaklaşımın etkili olmasını sağlamışlardır. Nitekim su endüstrisinin yıllık karı (yaklaşık 1 trilyon ABD doları) petrol sanayinin karinin %40’ına ulaşmış ve ilaç sektörü karını geçmiştir. Dünya sularının henüz %5’inin özelleştirildiği düşünülürse sermaye grupları için ne denli büyük bir kar potansiyeli olduğu ortadadır.
a. Birleşmiş Milletler:
Suyun bir hak olarak savunulmasında sıklıkla referans olarak gösterilen kuruluşların başında BM gelmekle birlikte örgütün son 20 yılda yaptığı çalışmalar ve aldığı kararlarda öne çıkan hedef suyun ve kaynakların özelleştirilmesinin toplumsal kesimler tarafından kabul edilmesinin sağlanması olduğu görülmektedir.
BM’in doğrudan su ile ilişkili ilk toplantısı 1977 yılında Mar de Plata’da gerçekleştirilen “Birleşmiş Milletler Su Kaynakları Konferansıdır.” Bu konferansta içme suyuna erişimin bir insan hakkı olduğu ortak kabul görmüştür. Ancak 1992 yılına gelindiğinde Dünyada yaşanan küreselleşme sürecinin de etkisiyle “Dublin Su ve Uluslararası Çevre Konferansında” su ekonomik bir mal olarak kabul edilmiştir. Dublin Konferansında su ile ilgili kabul edilen ilkeler su yönetimine özel yönetiminin katılmasının da kabulünü beraberinde getirmiştir.
Bununla birlikte 2002’de BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi tarafından yayınlanan Genel Açıklama 15 metnine göre “herkes, kişisel ve evsel kullanım için yeterli, güvenli, fiziki olarak ulaşılabilir ve bedeli ödenebilir suya erişme hakkına sahiptir.” Bu metin BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinin bir yorumu olarak görülmektedir ve aslında suyun hangi sınırlar ile insan hakkı olarak kabul edildiğini de ortaya koymaktadır. Gerek yukarıda yer verilen gerekse metnin devam maddelerinin ana fikri suyun arzında ve dağıtımında özel sektörün katılımın dışlanmadığı ve kapitalist sistemde insan haklarının sınırlarının mevcudiyeti ortaya konulmaktadır.
b. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD):
OECD’ye göre su yönetimi yetkisi kamuda kalmalı ancak finansman özel sektöre devredilmelidir. Böylece kamunun su hizmetlerinin finansmanı için ayırdığı bütçenin arttırılabilecek ve zenginlerin faturalarının yoksullarınkinden daha yüksek olmasının sağlanabilecektir. OECD’nin burada önerdiği yöntem su dağıtımının devletler tarafından üstlenilip devletin yoksullara ucuz, zenginlere pahalı fiyatlardan su vermesi değildir. Bunun yerine suyun iletim ve dağıtımının piyasa koşullarına göre belirlenecek fiyatlar ile yapılması ancak devletin bu piyasa koşullarından yoksulları sübvanse etmesidir. Kısacası OECD tarafından öne sürülen görüş de suyun metalaştırılması ve piyasalaştırılması yönündedir.
c. Dünya Su Konseyi ve Dünya Su Forumları:
Dünya Su Konseyi 1996 yılında hükümetler, su sektöründeki çok uluslu şirketler ve uluslararası örgütlerin bir araya gelmesi ile kurulmuştur. Kendisini su politikaları üzerine çalışan uluslararası bir düşünce kuruluşu olarak tanımlamaktadır. Konsey aslında etkinlik ve gücünü dünya genelinde devletlere özel su hizmetlerini benimsetmek için kullanmaktadır. 300’e aşkın üye listesinin ağırlığı uluslararası su şirketleri ve diğer özel şirketlerdir. Su Konseyi 1997’den beri her üç yılda bir, ağırlıkla su şirketlerinin katıldığı Dünya Su Forumlarını finanse etmektedir. Bu forumlar ilk olarak 1997 yılında Marakeş’te, 2000 yılında Lahey’de, 2003’te Kyoto’da, 2006’da Mexico City’de, 2009 yılında ise İstanbul’da düzenlenmiştir. Dünya Su Konseyi, Dünya Su Forumları aracılığıyla dünyada su problemleri konusunda önemli bir güç olmuştur. Dünya Su Forumlarında bütün evrendeki tatlı sularla ilgili her türlü ekonomik, sosyal ve hukuki konular görüşülmektedir. Ancak bu konseylerden çıkan kararlara bakıldığında bütünüyle şirketler lehine üretilen kararlar olduğu görülmektedir. Suyun kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak, ekonomik bir mala dönüştürülmesi Dünya Su Konseyinin en temel hedeflerinden biri olmuştur diyebiliriz. Özelleştirmeler sonucunda bugün gelinen noktada su tekelleri kar ederken, yoksul halk hem pahalı hem de kalitesiz su tüketmek zorunda bırakılmıştır.
d. Dünya Bankası:
Dünya Bankası 1950 yılından beri az gelişmiş ülkelerin çoğuna sulama, su sağlama, taşkın kontrolü gibi alanlardaki farklı projelere krediler sağlamaktadır. 1990 yılından önce Dünya Bankası su hizmetlerinin ticarileştirilmesini kredi anlaşmalarının bir ön koşulu haline getirmiştir. Bu sebeple su ve kanalizasyon hizmetleri bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak ticari bir hizmete dönüştürülmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Dünya Bankası gibi IMF’de su özelleştirmelerini ülkelere kredi koşulu olarak ileri sürmekte, su ile ilgili alt yapılara yüksek faizlerle krediler vererek kamuyu borçlandırmaktadır. Borçlarını ödemekte güçlük çeken devletlere ise su fiyatlarını arttırmaları yönünde baskılar yapılmaktadır.
Dünya Bankası son dönemlerde su finansmanında özel sektörün katılımının sağlandığı kamu-özel ortaklıklarına işlerlik kazandırılan yeni bir altyapı finansman modelini benimsemiştir. Dünya Bankasının yayınladığı rapora göre su yönetimi “kullanan öder” dayanmaktadır. Suda sübvansiyondan tamamen arındırılmış, piyasa fiyatlandırılmasını öngören bir anlayış benimsenmiştir.
e. Avrupa Birliği:
AB’nin su yönetimi konusundaki yaklaşımını en somut olarak ortaya koyan belge Su Çevre Direktifi’dir. 2000 yılında çıkartılan bu direktif ile AB su yönetiminin çerçevesi ayrıntılı olarak ortaya konulmaktadır. Bu direktif ile su ticari bir meta olarak tanımlanmış, geleneksel kamu yönetimi kurumları yerine yönetişim kurumları ile suyun yönetilmesi öngörülmüştür. Bu yönetişim kurumları ise Avrupa Çevre Komisyonu, Avrupa Birliği Su İnsiyatifi, Avrupa İçin Su Bilgi Sistemi ve Avrupa Akdeniz Su Bilgi Sistemidir. Direktife göre üye ülkelerin entegre havza yönetimine geçmesi sorunlu kılınmıştır. Bunun sonucu olarak ise bütünleşik havza yönetimi ile kaynakların kontrolü devletlerin elinden alınarak AB’nin eşgüdümünde sermayeye devredilmektedir. Ayrıca Avrupa Birliği üyelik sürecindeki ülkelere de uyumlaştırma altında Su Çevre Direktifini dolayısıyla suyun talep yönlü kurumsallaşmasını dayatmaktadır. Kısacası AB suyun ticarileştirilmesi ve su hizmetlerinin özelleştirilmesi için uygun hukuki ve yönetsel değişikliklerin yapılması yönünde politikalar üretmektedir.
f. Küresel Su Şirketleri:
Dünyadaki su hizmetlerinin özelleştirilmesine talip olan çok uluslu şirketlerin en önemlileri Fransız ve İngiliz şirketleridir. Örnek vermek gerekir ise; Lyonnaise des Eaux’a bağlı Suez, Generale des Eaux’a bağlı Vivendi ve Saur, Alman RWE ile ortak İngiliz Thames Water, Anglian Water, North West Water, Severn Trent. Dünya üzerinde suyla ilgili her özelleştirme, su hizmetleriyle ilgili her ihale ve her imtiyaz devrinde bu iki ülkenin şirketlerine rastlamak mümkündür. Fransa’da nüfusun %75’ine, İngiltere’de ise %88’ine su hizmetleri özel şirketler tarafından götürülmektedir. Fransa ve İngiltere’yi ise Almanya su şirketleri takip etmektedir. Ancak Almanya’da ülkenin en güçlü su şirketi kamu mülkiyetinde olan Berlin Eyaletinin su şirketi Berlinerwasser (BWB) dir. ABD’de ise Cumhuriyetçilerin aile şirketi olarak görülen ve Irak’ta etkin olan Becchtel bu alana yatırım yapan en büyük şirketlerdendir. Pazarın büyük bölümüne hâkim olan Avrupalı üç şirket Avrupa ve Ortadoğu’da 121 milyon, Asya’da 57 milyon, Güney Amerika’da ise 34 milyon müşteriye hizmet vermektedir.
IV. TÜRKİYE’NİN SU POLİTİKALARI
Yukarıda da yer verdiğimiz üzere özellikle son 20 yılda gerçekleşen neoliberal içerikli su politikaları doğrultusunda Türkiye’de de su yönetimi ticari ve piyasacı bir modele doğru değişmektedir. Türkiye’de su ve kanalizasyon hizmetlerinin sağlanması için Dünya Bankasından krediler alınması, politikaların da Dünya Bankası tarafından yönlendirilmesine sebebiyet vermiştir. 1970’li yıllarda öncelikli olarak fiziksel kapasiteyi geliştirmeye ağırlık veren Bankanın kredi politikası 1980’li yıllarda su ve kanalizasyon idarelerinin oluşturulması ile bu idarelerin kurumsal yapılanmalarının ticari esaslara göre değiştirilmesi hedeflerine yönelmiştir. Bu doğrultuda sübvansiyon uygulamaları azaltılmış, su tarifelerinin belirlenmesinde karlılık ön plana gelmiş ve kullanan öder ilkesi belirlenmiştir. Dünya Bankası tarafından önerisel İstanbul Kanalizasyon Projesi kredisinin bir koşulu olarak gündeme gelen İSKİ modeli kullanan öder ilkesine dayalı ticarileştirmeye örnek verilebilir. Bu model ile tarife belirleme yetkisi vesayetten arındırılarak ticarileştirilmiştir. Artık belediye meclisinin aldığı tarife kararlarının belediyenin bağlı olduğu en büyük mülki amirin onayına sunulması süreci kalkmıştır. Tarifelerde ticarileşme ise tarifeler yoluyla en azından maliyetin karşılanması ve kar alınmasının zorunlu hale getirilmesiyle gerçekleştirilmiş; kar payının %10’undan aşağı olamayacağı öngörülmüştür.
Dünya Bankası yöneticiliğinde gerçekleştirilen uygulamalar beraberinde su tarifelerini yükseltmiş, projelerin uygulandığı yerlerde beklenen su kayıp oranı azalmaları yaşanmamıştır. Su şirketleri ve belediyelerin su ve kanalizasyon idareleri birbirleri ile davalık olmuşlar ve bu davalar uzun yıllar sürmüş, kimileri hala sürmektedir.
2000’li yıllara gelindiğinde ise Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kamu-özel ortaklığı modelleri aracılığıyla su hizmetlerine özel sektör katılımı sağlanmıştır. Türkiye’deki kamu mali finansmanından küresel mali kuruluşların finansmanına geçiş, kamu özel ortaklıkları, su hizmetlerindeki fiyat artışları ve akarsuların özelleştirilmesi gibi öneri ve uygulamalar aslında Dünya Su Konseyi tarafından alınan kararların ve konulan vizyon hedeflerin uygulandığını göstermektedir.
V. SU YÖNETİMİNE İLİŞKİN DÜNYA VE TÜRKİYE’DE YAŞANAN PROBLEMLER
Su yönetimine ilişkin olarak tüm Dünyada egemen olan suyun bir meta olduğu ve ticarileştirilmesi anlayışı beraberinde pek çok yerde problemlere neden olmuştur. Bunların belli başlılarından bahsetmek gerekirse Bolivya’nın Cochabamba Belediye Başkanı Amerikan şirketi olan Bechtel’in yan kuruluşu Aguas del Tunari konsorsiyum ile 40 yıllık su imtiyaz sözleşmesi imzalamış ve şebeke işletme hakkını bu şirkete vermiştir. Şirket su fiyatlarını %200 oranında arttırmış, su faturalarını ödeyemeyen halk bahçelerine kuyu açarak veya yağmur suyunu toplayarak suyunu sağlamaya çalışmıştır. Fakat şirket imtiyaz sözleşmesine dayanarak halkın bu çabaları ile kendilerinin elde ettiği suyun dahi ücretini almak için tahsilat memurları göndermiştir. %400’lere varan fiyat artışı ve şirketin halkın kendi çabasıyla elde etmeye çalıştığı suyu bile fatura etme talebi nedeniyle halk ayaklanmış; mücadeleler sırasında polisin açtığı ateş sonucu yaşanan ölümler toplumsal başkaldırıyı daha çok tetiklemiştir. Yapılan su savaşı ile Suez firması Bolivya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Tarihe Cochobamba Su Savaşı olarak geçen olay Bolivya halkı için büyük kazanımdır.
Resim 5: Cochobamba Su Savaşı Kaynak: www.suhakki.org
Yine Endonezya’nın 220 milyon gibi yoğun nüfusunun yalnızca %33’üne şebeke suyu sağlanmaktadır. Bununla birlikte Dünyadaki su kaynaklarının %6’sına sahip olması ise bu ülkenin su şirketlerinin iştahını kabartmasına neden olmaktadır. Endonezya’da Anayasa ile su hakkı ticari bir hak şeklinde ifade edilmiş ve buna dayanılarak su tarifelerinin belirlenmesine özel sektör söz sahibi olmuş ve suya erişim tarifeleri yükseltilmiştir. Jakarta’daki su hizmetlerini 10 yıldır Suez’s Financial Engineering Şirketi yürütmekte ve su tarifeleri de her altı ayda bir otomatik olarak artmaktadır.
Türkiye’ye baktığımızda ise 1995 yılında Antalya’da Dünya Bankası’nın nin yönlendirmesi ile su ve kanalizasyon hizmetleri özel bir işletmeciye kiralama yöntemi ile devredilmiştir. Yapılan uluslararası ihaleyle su ve kanalizasyon ihalesi 10 yıllığına Antala Su İşletmesi A.Ş. (ANTSU)’ye geçmiştir. ANTSU’nun bütün hisselerinin sahibi ise Suez Lyonnaise des Eaux isimli Fransız şirketidir. Nitekim ANTSU’yun göreve başlamasının ardından Antalya’da su fiyatları artmıştır. Turizm işletmelerinin de mesken gibi ele alınarak fiyatlandırılması ise su fiyatlandırılmasında dengesizliklere neden olmuştur. Antalya’da 1996 yılında 21.000 TL olan bir metreküp suyun fiyatının 1999 yılında 206.551-TL olduğu görülmüş kısacası 3 yılda %1000 zam yapıldığı anlaşılmaktadır. 2001-2002 yıllarında su fiyatlarının artış oranı %113’lere çıkmış ve 2004 yıllarına gelindiğinde ise artış oranı %357’ye ulaşmıştır. Ardından Antalya Büyükşehir Belediyesi, 10 yıllık süre dolmadan şirket ile yapılan sözleşmeyi feshetmek durumunda kalmış ancak şirket konuyu uluslararası tahkime götürerek tazminat talebinde bulunmuştur.
Su tutma havzası, Yuvacık Barajı, arıtma tesisi, boru hatları ve pompa istasyonlarından oluşan İzmit Şehri Kentsel ve Endüstriyel Su Temini Projesi (İzmit Su Projesi)’inde ise projenin tasarlanması, yürütülmesi ve işletilmesi aşamalarında ortaya çıkan bazı olumsuzlar çıkmıştır. Yaşanan bu olumsuzluklar nedeniyle Hazine; verdiği ürün satın alma garantisi çerçevesinde, 2 yıl içerisinde (1999-2000) 387 milyon ABD doları tutarında su faturası ödemek zorunda kalmıştır. Üstelik bedeli ödenen bu su herhangi bir şekilde kullanılamamıştır. Tesislerin işletme süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında yapılacak ödeme sözleşme bitiş tarihi olan 2014 yılına kadar artarak devam etmiştir.
SONUÇ YERİNE..
Suyun canlıların yaşamı için önemi, Dünyada ise sınırlı ve dengesiz bir biçimde var olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Yaşamın devamı için merkezi konumunda olan bu kaynağın yönetilmesi ise oldukça önemlidir. Günümüzde Dünyada yaşanan endüstriyel ve ekonomik gelişmeler neticesinde su bir insan hakkı olarak değil ticari bir meta olarak görülmektedir. Suyun ticari bir meta olarak görülmesi ise su hizmetlerinin insanlara piyasa koşullarında verilmesinin yolunu açmaktadır. Su yönetiminde etkili olan çok uluslu şirketler ise etkin ve verimli bir su yönetimi sağlamak yerine tabir-i caizse ceplerini doldurmak, sudan mümkün olduğunca çok kar elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Bunun neticesinde pek çok yoksul insan temel ihtiyaçlarını gidermek için gerekli olan azami miktardaki suya dahi ulaşamamaktadır. Oysaki suyun yaşam için vazgeçilmez ve merkezi konumdaki niteliği gereği bir insan hakkı olduğu ortadadır. Aynı zamanda yaşam hakkı, sağlık hakkı gibi hakların hayata geçmesi için de vazgeçilmez olan suyun; tüm insanların temel ihtiyaçlarını giderebilmeleri için bir “meta” olarak değil “hak” olarak sunulması gerektiği tartışmasızdır. Bu itibarla Dünyada kıt ve dengesiz olarak bulunan ve oldukça değerli konumda olan su kaynaklarının piyasacı yaklaşım ile değil insan hakları perspektifinde su hakkı dikkate alınarak yönetilmesi gerektiği ortadadır.
Peki hem günümüz hem de gelecekte yaşayacak canlıların su hakkını ihlal etmeyecek şekilde politikalar oluşturulması gerektiğinin ne derece farkındayız?
Av. Özlem ATEŞ GENÇTAN
KAYNAKÇA
ABDULLAH ÇELİK, Ö. FARUK BİLBAY, A. BURAK AKSUNGUR. (tarih yok). Su Güvenliği Açısından Sınır Aşan Sular: Fırat Nehri Örneği. Assam Uluslararası Hakemli Dergi, 1-10.
BAŞPINAR, V. (2016). Su Mülkiyeti Açısından Türk Medeni Kanunu, Yeraltı Suları Hakkında Kanun ve Su Kanunu Tasarısı Hükümlerinin Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2725-2754.
FİRİDİN, E. (2015). Su Sorununun, Su Hakkı ve Su Etiği Çerçevesinde Değerlendirilmesi. Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 43-55.
KILIÇ, S. (2008). Küresel İklim Değişikliği Sürecinde Su Yönetimi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 161-185.
KILIÇ, S. (2009). Su Yönetiminde Yeni Bir Yaklaşım: Su Hakkı. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 45-59.
KÖRBALTA, H. (2019). Türkiye’de Yerel Su Güvenliği. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 55-84.
SELİME GÜZELSARI, FEYZA NAZAN TULUAY. (2011). Küresel Su Yönetimi ve Suyun Ticarileştirilmesi. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 54-83.
SEVİNÇ ERTAŞ, BELGİN SARIMEHMETOĞLU. (2019). Su Güvenliği. Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dergisi, 141-146.
www.sutema.org (Erişim Tarihi: 15.12.2019)
www.suhakki.org (Erişim Tarihi: 15.12.2019)